‘Şili’ye özgü sosyalizm yolu’

1973’teki darbenin kırkıncı yılı olan 2013’te Santiago’da Şilililere mikrofon uzatan BBC muhabirleri ilginç yanıtlarla karşılaşmıştı. ABD-CIA güdümlü darbenin lideri Augusto Pinochet’yi destekleyenler, 11 Eylül 1973’te öldürülerek iktidardan indirilen Salvador Allende’yle ilgili “Şili’yi Küba yapmaya çalışan komünist” ve “sosyalist diktatörlük kurma heveslisi” diye nitelerken 1973-1990 arası ülkeyi yöneten Pinochet için “Şili’yi Küba olmaktan kurtaran ve dünyayla buluşturan asker” ve “ekonomiyi düzeltip yoksulluğu bitiren lider” demişti.

Sosyalist Şilililer ise 1970-1973 arasındaki Halk Birliği hareketini ve Allende dönemini “yarım kalmış bir rüya”, “ülkede gözü olanların tükettiği bir umut” diye niteliyor. Pinochet ise tam anlamıyla bir diktatör onlar için. Olaya daha akademik gözle bakanlar için Allende, İran’ın efsane lideri Muhammed Musaddık gibi tekellere karşı mücadele eden, kaynakları millileştirmeye uğraşan ve bu gayreti Şili’deki işbirlikçiler tarafından cezasız bırakılmadığını hatırlatıyor.

Konuya başka yönden bakan akademisyenlerden biri de Fransız sosyolog Franck Gaudichaud; kaleme aldığı doktora tezini kitaplaştırarak 1970’lerde Şili’de yaşananları “kolektif devrim”, “aşağıdan devrim” ve “yukarıdan kurumsal dönüşüm” süreci ışığında anlatıyor.

Gaudichaud, Şili 1970-1973’te, halkın seçtiği sosyalist bir iktidarın darbeyle ortadan kaldırıldığı zamana dek olup biteni hatırlatırken ülkenin faşist bir hareketle liberal ekonomi kulvarına geçirilme nedenlerini, sosyolojik ve tarihi açıdan inceliyor.

AŞAMALI DEVRİM

Gaudichaud, “Dünyayı Sarsan Bin Gün” alt başlığını verdiği çalışmasında, bir tarihyazımına imza atmakla kalmıyor, Şili’deki sosyalizm denemesini çözümlerken tartışmaları, eleştirileri ve devrimci hareketin dinamiklerini ortaya koyuyor.

Gaudichaud, Şili sosyalist hareketini ve Allende’nin iktidara geliş sürecini halk üzerinden anlatıyor. Başka bir deyişle Allende’yi ve sosyalist hareketi 1973’ten bakarak değil, 1960’lardan darbeye kadar yaşananlarla ele alırken eleştirel bir gözle bakıyor olup bitene. Şili’de halk iktidarının nasıl ve hangi koşullarda kurulduğunu, dirençleri ve destekleri belgeler, fotoğraflar, tanıklıklar eşliğinde aktarıyor.

Halk ve işçi hareketinin, 1930’lardan başlayarak ülkede etkin olduğu ve 1970’te gıda ve kamu hizmetlerine erişim gibi taleplerle bu gücün zirveye ulaşıp geniş çapta eylemler örgütlediği notunu düşen Gaudichaud; “aşağıdan gelen yaratıcı örgüt ve mobilizasyon biçimlerini irdeleme amacıyla ‘kurucu halk iktidarı’ kavramını önerdiğini, kullandığını ve sınamayı tercih ettiğini” söylüyor.

Yazar, Halk Birliği’nin köklerinin on dokuzuncu yüzyıla dayandığını, Sosyalist Parti ve Komünist Parti’yle politik temsile ulaştığını, Ulusal İşçi Gıda Meclisi’nin faaliyetleriyle toplumda enikonu yükseldiğini belirtiyor.

1950’lerden itibaren ise grevler, gösteriler ve çatışmalarla şekillenen Şili solu, 1968’le birlikte fabrika işgalleri, üniversite eylemleri ve yol barikatları gibi pratiklerle hareket ederken madenciler, sanayi işçileri, köylüler ve yapı işçileri öne çıkıyor. Allende’nin lideri olduğu Şili Sosyalist Partisi’nin yanı sıra Şili Komünist Partisi, Devrimci Sol Hareket ve parlamento dışındaki örgütler de Halk Birliği’nin kuruluşunda önemli role sahip.

Şili 1970-1973, Franck Gaudichaud, Çevirmen: Emirhan Oğuz, 336 syf., Ayrıntı Yayınları, 2023.

1969’da Allende’nin başkanlık kampanyası için soldan ve aşırı olmayan sağdan parti ve örgütlerin bir araya gelerek oluşturduğu Halk Birliği, siyasi partiler koalisyonu şeklinde kuruluyor. Programında madenlerin millileştirilmesi, “aşamalı devrim”, birkaç yıl sonra darbeyle yönetimi ele geçirecek silahlı kuvvetlere saygı, anti-emperyalist kalkınma, ulusal reform, sanayi tekellerinin ve kimi bankaların millîleştirilmesi gibi hedefler bulunuyor. Kısacası Allende başkanlığında tam bağımsızlık, toplumsal katılım, eşitlik ve adalet şiarıyla bir halk iktidarı amaçlanıyor. Bunlara servetin yeniden dağıtımı ve “üretim savaşı” da ekleniyor.

‘BİR HEGEMONYA KRİZİ’

Gaudichaud, Halk Birliği’nin programda belirtilen amaçlar etrafında buluştuğunu fakat uygulamada güçlüklerle karşılaştığını hatırlatıyor. Politik gerilimlerin, işçi hareketlerinin radikalleşmesinin ve toplumsal mülkiyet alanı anlaşmazlıklarının Allende ve birlik bileşenlerinin elini zayıflattığını da anımsatıyor. Mali sıkıntılar, üretim güçlüğü ve sendikaların huzursuzluğu da bu tabloya dahil.

Halk Birliği’nin 1971’den başlayarak karşılaştığı sorunlar, gerçekleşen tartışmalar ve görüş farklılıkları üzerinden tezini oluşturan Gaudichaud, 1970-1973 arası yaşananların bir devrim olup olmadığını sorguladığı gibi iktidar içindeki çatlakları ve yakınındakiler tarafından Allende’ye yöneltilen sert eleştirileri gündeme getiriyor. Özellikle enflasyonun iki katına çıktığı, mal ve hizmet problemi yaşandığı, karaborsanın tavan yaptığı, maliyetlerin arttığı ve burjuvazinin Allende’ye saldırdığı 1972, Halk Birliği için dönüm noktası oluyor. Perde gerisinde, Şili’de ortalığın karışmasını isteyen ve bunu başaran tanıdık bir aktör var: “Egemen sınıflar birleşme çabalarını sürdürmektedir. Hedef, tüm toplumsal alanlara, ‘sivil direniş’ diye adlandırılan taktiklere uygun şekilde müdahale etmektir: ABD hükümetinin gizli servisleri ve çok sayıda çok uluslu şirket tarafından etkin biçimde desteklenen bir eylem hattı… Bu odaklar, greve giden kamyonculara, bunların haftalarca rahat hareket etme becerisini kısmen açıklayan on binlerce Amerikan doları tutarında destek verir: ‘Şili’ye özgü sosyalizm yolu’na son vermeye ayrılmış 1.5 milyon doları aşkın bir fonun parçası olarak yaklaşık 100 bin dolar bu eyleme akıtılmıştır. 14 Eylül 1972 itibariyle Cumhurbaşkanı Allende, hükümeti kısa vadede istikrarsızlığa sürüklemeyi hedefleyen ‘Eylül Planı’nı kamuoyuna açıklayarak kınar.”

Söz konusu gerilim ortamında ordunun sesinin yükselmeye başladığını hatırlatan Gaudichaud; sol hareketler, Sanayi Kordonları, siyasi partiler ve halk arasında baş gösteren huzursuzluğun 11 Eylül 1973 darbesine giden yolun taşlarını döşediği notunu düşüyor. Özellikle de Ekim 1972’de yaşanan krizin: “Ekim krizi, Salvador Allende hükümeti ile toplumsal hareket arasındaki ilişkilerin evriminde önemli bir aşamayı temsil ediyor. Bundan böyle işçi sınıfı ile militanları ve ‘kendi hükümeti’ arasındaki kararsız dengede bir çatlak söz konusudur ve hükümet ülkenin ekonomik olarak felce sürüklenişi yüzünden kararlı tercihlerde bulunmakta zorlanmaktadır. Bu, içinde bulunulan konjonktürde toplumsal hareketler alanı ile kurumsal siyasi alan arasındaki ilişkiyi tartışma merkezine koyan bir sistem krizi… Gramsci’nin ifade ettiği şekliyle bir hegemonya krizinden bahsedebiliriz.”

‘ŞİKAGO ÇOCUKLARI’NIN MARİFETLERİ

Kültürel bir demokrasi girişimi, sosyalist bir deneme ve Şilili entelektüellerin ifadesiyle “mini bir devrim” olan Halk Birliği, CIA’nın desteğini arkasına alan ordunun ve Allende’ye karşı olan paramiliter güçlerin hedefi haline geliyor. 4 Eylül’de, kuruluşunun üçüncü senesinde gövde gösterisi yapan Halk Birliği bir taraftayken karşı-devrim de hızla hareketleniyor. Allende, iç savaşa ve provokasyonlara karşı kitleleri uyarırken Pinochet liderliğindeki ordu ise sermayeye komünizm karşıtlığı kartını sürüyor masaya. Eylül 1973’te CIA destekli darbenin aktörleri ise 11 Eylül’ü izleyen birkaç günde “kısa bir iç savaş” başlatıyor Gaudichaud’nun deyişiyle: “Yazar Gabriel Garcia Márquez’in daha sonra açıkladığı gibi Allende’nin alevler içindeki Moneda’daki ölümü, Şili’ye özgü yolun çelişkilerini özetleyen bir mesel niteliğindedir: Barışçıl yolla gerçekleştirmek istediği devrimi ve yüzyılın başında Şili oligarşisinin yaptığı bir Anayasa’yı elde makinalı tüfek savunurken ölen bir sosyalist militan meseli… Bu ölüm aynı zamanda bir siyaset adamının ve dürüst, ilkelerine ve verdiği sözlere sonuna kadar sadık kalmış bir militanın ölümüdür. Başkan 11 Eylül günü sabahın sekizine kadar General Pinochet’nin sadakatine güveniyor ve bir dakikadan diğerine, hükümeti savunmak için müdahalede bulunacağı umudunu taşıyordu. Oysa isyanın başını çeken General’in bizzat kendisiydi. Vatan hainliği olarak gördükleri şeyi reddeden askerler, jandarmalar ya da astsubaylar derhal silahların başına geçtiler. Başkentte uygulamaya konan askeri strateji, basit ama etkili bir plan üzerine kurulmuştu: Merkezi gücü (simgesel ve fiziksel olarak) yok etmek için Moneda’ya doğrudan bir saldırı ve oradan da öncelik olarak Sanayi Kordonları’nın denetimini sağlamak amacıyla kent çeperine yönelme…”

ABD’nin finanse ettiği, silahlandırdığı ve kışkırttığı darbe ve şiddet, Şili sosyalistlerini ezip geçerken yok edilmek istenen fakat daima canlı kalacak kolektif hafızayı harekete geçiriyor. Darbenin ardından halk iktidarının simgesel anıları da canlanıyor.

Halk Birliği’nin sonunu getiren fakat izini silmeyi başaramayan 11 Eylül darbesinin ne anlama büründüğünü, “dünyayı sarsan bin gün”nün nasıl ve hangi koşullarla bittiğini şu notla aktarıyor yazar: “Halk Birliği’nin bu trajik sonu dünya ölçeğindeki bu siyasi güç ilişkileri çerçevesinde yazılır. Bu, emperyalizmin stratejik bir zaferidir; sadece bu bin gün boyunca elde edilen toplumsal kazanımların sıfır noktasına geri dönülmesini sağladığı için değil, aynı zamanda Şili’nin gerçek bir laboratuvara dönüştürülmesine de olanak verdiği için: Dünyanın diğer yerlerinde henüz bilinmeyen ve bu küçük Güney ülkesinin ‘Şikago Çocukları’nın boyunduruğu altında ilk reçete uygulayıcısı olacağı bir neoliberal kapitalizm… 11 Eylül 1973’ten sonraki on yedi yıllık diktatörlük, Tomás Moulian ya da Manuel Gárate’nin ‘kapitalist devrim’ olarak adlandırdığı, toplumun cunta tarafından yeniden şekillendirildiği yıllardır. Aslında, kelimenin tam anlamıyla bir karşı-devrim söz konusudur.”

(KÜLTÜR SANAT SERVİSİ)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir