Kendi seçtiğim kız kardeşim
Efnan Atmaca- Bu yıl 27’ncisi düzenlenen İstanbul Tiyatro Festivali hep olduğu üzere kaliteli yapımları seyirciyle buluşturduğu gibi dünya sahnelerinde neler olup bittiğini de gözler önüne seriyor. Festivalin misyonlarından biri hiç şüphesiz tiyatro sanatının değişen zamanın dinamiklerine uygun olarak teknolojik gelişimi yanına alarak nasıl evrildiğine Türk izleyicisini şahit etmek. 2017’de yazıp yönettiği, otobiyografik unsurlar içeren “Domestik” serisinin ilk oyunu “Yalnız”la İstanbul’a konuk olan Wajdi Mouawad bu kez sözü “Kız Kardeşler”e bırakıyor. Serinin üçüncü oyunu “Anne” ise Kanada’da oynanmaya başladı.
Kanada’nın ‘dil’ açmazı
“Yalnız”da oyuncu olarak da seyirci karşısına çıkan Mouawad bu kez sözü Kanadalı bir ustaya, Annick Bergeron’a bırakıyor. Mouawad’ın ablası Nayla Mouawad ve uzun yıllardır birlikte çalıştığı Bergeron’dan ilham alarak yazdığı oyun arabulucu olan 50 yaşındaki başarılı Avukat Genevieve Bergeron’un kar fırtınasında Montreal’dan Ottowa’ya doğru yaptığı yolculukla başlıyor. O yolculuk sırasında Genevieve’in annesiyle yaptığı telefon konuşmasına şahit oluyor seyirci. O konuşmadan öğreniyoruz ki Genevieve’in dayısı vefat etmiş, annesi kardeşinin cenazesine katılacak ama kızı onunla gelemiyor. Çünkü anne kardeşini defnederken kızı birbirini öldüren kardeşleri barıştırmak için Mali’ye gidecek. Aile Franco-Manitoban kökenlere sahip ancak onların yaşadığı yerde Fransız cemaat kalmamış ve Genevieve’in dayısı ana dilinde defnedilemeyecek. Irene diye yerli bir kız girmiş bir zamanlar hayatlarına; Genevieve onun gelişini hatırlayamayacak kadar küçük, gidişini unutamayacak kadar büyük olduğunu söylüyor. Ottowa’da bir konferansa katılıp geleceğin arabulucularına ‘dil’in ne denli önemli olduğunu anlatıyor Genevieve. Kar fırtınası nedeniyle eve dönemeyince son teknolojilerle donatılmış bir odada kalması gerekiyor. Laftan anlayan bir oda çıkıyor karşımıza; her dili anlıyor, Fransızca hariç. Çift dilli Kanada’da Fransızca komut almıyor. Genevieve bu Fransızca konuşmayan odada geçmişiyle yüzleşiyor, hayatındaki boşluk büyüyor ve odayı yakıp yıkıp kendine girebileceği bir delik yaratıyor. Onun hikâyesi dünyanın ‘en demokratik ülkelerinden’ kabul edilen Kanada’nın tarihine de eleştirel bir bakış atıyor.
Lübnan’da kalan hayaller
O deliği kontrole sigorta müfettişi yaşıtı Leyla geliyor. Lübnan’dan Kanada’ya 20 yıl önce göç eden, savaşta annesini defnedip erkek kardeşlerine anne, babasına eş olan Leyla. Hayallerini tek tek boğazladıktan sonra özgürleşen, başkaları için yaşamayı kabul edip bir gün takdir edilmeyi bekleyen Leyla. Şehrine düşen bombalar altında kemanın kopan teline üzülmeye utanıp onu dolaba saklayan Leyla. Genevieve saklandığı yerden Leyla’yla konuşmaya başlıyor. Kadın kadının yurdu oluyor sahnede. Acıları farklı ama kadın olmanın dayattığı zorunluluklar aynı yerde buluşturuyor onları. İkisi de başkalarının hayatlarının kefaretini ödeyen tüm kadınlar gibi birer köprü bu hayatta. Birbirlerini kız kardeş olarak seçip acılarını, yalnızlıklarını, yorgunluklarını, geçmiş hayallerini paylaşıyorlar. İyileşiyorlar mı, bilinmez ama yola devam etme gücü buluyorlar. Irene ise yıllardan sonra umut olarak giriyor iki kız kardeşin hayatına.
Annick Bergeron sahnede devleşiyor. Her rolde o var. Sahnede bir tek o var. Ve dekor… Mouawad odanın sinir bozan akıllılığıyla kapitalizme eleştiri okları gönderiyor ama bir yandan da teknolojinin doğru kullanımının nasıl işlevsel olduğunu gösteriyor. Çizgi roman görselleri, ışık, multimedya Bergeron’a rol arkadaşlığı yapıyor. İçerik ile biçim birbirini dengeliyor, birbirini öne çıkarıyor. “Kız Kardeşler” biçimsel olarak tiyatronun gideceği istikameti gösterirken aynı zamanda tarihin vahşetine karşı direnen ruhların tüm dünyadaki hikâyelerine kulak veriyor.